Türkiye’nin gerçek gündemi; “yapay” siyasi tartışmalar değil, tarım sektörünün yeniden ayağa kaldırılması, işsizlik, yoksulluk, pahalılık, borç kıskacı ve oluşan gelecek kaygısı.
Çiftçi, köylü, üretici; maliyet artışı nedeniyle ürettiğinin karşılığını alamadığı için üretimden çekiliyor. Üretimden çekilen çiftçilerin sayısı %40 arttı.
Kendi çiftçisini, üreticisini desteklemek yerine ithalatı “önceleyen” tarım politikası; tarımı bitiriyor, çiftçiyi, köylüyü, üreticiyi yoksullaştırıyor.
Oysa; tarım sektöründeki “çöküş”; aynı zamanda sanayiciyi, turizmciyi, esnafı da olumsuz etkiliyor.
İthalat artarsa; üretim azalır, çiftçi, üretici üretimden uzaklaşır.
Bu arada; üretim planlaması, pazarlama ve ihracat politikası oluşturulmadığı için, tarıma verilen destek de üretime dönüşmüyor.
Türkiye; 17 yılda 48 milyar dolar hayvan ithalatına para verdi, buna karşılık aynı sürede, üreticiye sadece 33 milyar dolar destek verildi.
Tarım; partiler üstü milli politika olmalı, bakan değiştikçe, hükümet değiştikçe tarım politikası değişmemeli.
Unutmayalım ki; tarımda, üretim, tohum ve gıda güvenliği; milli güvenlik ve beka sorunudur.
Öte yandan; tarımı desteklemek, köyden kente göçü önlemenin de etkili yoludur.
Fındık dışında her şeyi ithal eden Türkiye; üretimi ve ihracatı artırmak için mutlaka bir çıkış yolu bulmalıdır, bu çıkış yolu, genel ekonominin de çıkış yolu olur.
Bu bağlamda; Ziraat Mühendislerinin, veterinerlerin atamalarını yapmayan, planlama ve üretim çarkına dahil etmeyen Türkiye; hayvan ve tarımsal ürün ithalatına mecbur kalır.
Unutmayalım ki; zengin toprakların yoksul insanları olmak, kaderimiz değildir.
Kalkınmayı kırsaldan başlatmak, üretim kooperatiflerini öncelemek ve kadınları, gençleri tarımla, toprakla buluşturmak; en gerçekçi bir “kalkınma modeli”dir.
Üretim yoksa, kalkınma ve zenginlik yoksa; umut da, mutluluk da yoktur.
Her türlü kötülüğün anası; işsizlik, yoksulluk, umutsuzluk ve çaresizliktir.
YOKSULLUK, BORÇ KISKACI
Ülkemizin “yakıcı” gündemi; bir yandan pandeminin ekonomiye “olumsuz” etkileri, diğer yandan da işçinin, esnafın, emeklinin, köylünün, üreticinin, çalışanın, çalışmayanın “geçim derdi”dir.
Türk-İş’in verilerine göre; mutfakta yangın büyüdü; ekonomideki “olumsuz” gidişin emeğiyle geçinenler üzerindeki “yakıcı” etkisi; gün geçtikçe daha da ağırlaştı.
Türk-İş’in “açlık ve yoksulluk” araştırmasına göre; 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 2 bin 719 TL oldu.
Yoksulluk sınırı da, 8 bin 856 TL.
Buna karşılık, asgari ücret 2 bin 826 TL.
Bu “açlık” ve “yoksulluk” tablosu, buna karşılık belirlenen asgari ücret; “insani” olmadığı gibi, sosyo-ekonomik bunalımın da “ayak sesleri”dir.
Bu tabloyla mutluluk, huzur, istikrar ve geleceğe güven olası değildir.
Ülkemizde çalışan 2 kişiden biri asgari ücretli, 10 milyon işsiz var, 20 milyon da “derin” yoksul…
Bu göstergeler; toplumu esenlik içinde geleceğe taşıyabilecek özellikte değildir.
Bu arada; vatandaşın konut, taşıt ve tüketim kredisinden oluşan hane halkı borcu 2002’de 4 milyar dolarken 2020’de, 18 yılda 26 kat artarak 109 milyar dolar oldu.
33 milyon kişi de kredi borçlusu.
Bu tablo vatandaşın çok ağır bir “borç kıskacı”nda olduğunu gösteriyor.
Öte yandan; pandemi süreci sona erdiğinde, devletin yardımları bittiğinde, işyerleri kapanacak, iflaslar başlayacak ve işçi çıkarma yasağı kalktığında 2.5 milyon eğitimli işsize istihdam olanağı büyük olasılıkla sağlanamayacak.
İşsizlik ve yoksulluk; demokrasinin, iç barışın ve dayanışmanın önündeki “tehdit”olacak.
Sonuç olarak: İç politikadaki kutuplaşma ve “yapay” gündem üzerindeki siyasi mücadele; vatandaşın gerçek gündemini perdelememeli.
Ege Postası köşe yazısı link
https://www.egepostasi.com/zengin-topraklarin-yoksul-insanlariyiz-makale,113061.html