Kadın Katliamlarına Bakış

Kadına yönelik şiddet ve “sistematik” hale gelen “kadın katliamları”; son 10 yılda 3 kat arttı.

Kadınların en yakınındaki kişilerce katledilmeleri sonucu yaşamdan koparılan kadın sayısı; 2020 yılında 436’yı buldu.

Unutmayalım ki; bir kadın katledildiğinde sadece o kadın ölmüyor; geride bıraktığı herkes, toplumun tümü ölüyor.

Her gün en az bir kadın acımasızca, “hunharca” katlediliyor, parçalara ayrılıyor, yakılıyor.

Bu; cinayetle tanımlanamayacak bir “vahşet”tir.

Kadın cinayetlerinin katilleri; en yakınındakiler eşi, eski eşi, sevgilisi ”töre cinayetleri”nde de babası, evladı, akrabası…

Kadın cinayetlerinin coğrafyası, bölgesi yoktur; ülkenin tamamı kadın cinayetlerine sahne oluyor.

Sosyolojik ve ekonomik tablo; bize şunu anlatıyor:

Kadına yönelik şiddetin, kadın katliamlarının önlenmesi, kadının her alanda “özgürleşmesi”yle, “sosyalleşme”siyle mümkün olabilir.

Kadın kendi ayakları üzerinde duracak “ekonomik güç”e kavuşmadan, sosyal alanda özgürleşmeden, örgütlenme özgürlüğüne sahip olmadan, kadın-erkek eşitliği toplum kesimlerince içselleştirilmeden kadın katliamları önlenemeyeceği gibi demokratikleşme de, kalkınma da, gelişme de mümkün olmaz.

Kadının can güvenliği, yaşam hakkı ve özgürlüğü sorunu; özünde, bir “insanlık” ve “uygarlık” sorunudur.

Bir anlamda; kadın problemlerinin ve kadın cinayetlerinin temelinde toplum olarak hepimiz varız.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’Nİ UYGULAMAKLA YÜKÜMLÜYÜZ

Kadına yönelik şiddetin, katliamların önlenmesinin, kadının ekonomik olarak güç kazanmasının, özgürleşmesinin, sosyalleşmesinin ve örgütlenme hakkını kullanmasının ilk adımı; Türkiye’nin “ilk imza”yı atarak “taraf” olduğu uluslararası sözleşme olan “İstanbul Sözleşmesi”ni “ikilem” içinde olmadan “kararlılık”la uygulamaya başlamakla atılmış olur.

11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzalanan ve “İstanbul Sözleşmesi” adını alan sözleşme; Avrupa Konseyi Sözleşmesi’dir.

Bu bağlamda; Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’ni “ilk” imzalayan ve 24 Kasım 2011’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde “ilk” onaylayan ülke olma özelliğini taşıyor.

Avrupa Konseyi’nin desteklediği İstanbul Sözleşmesi; “taraf” olan ülkeleri “bağlayan” “Uluslararası Sözleşme”dir, Anayasamıza göre de; “milli hukukumuz”un bir parçasıdır.

İstanbul Sözleşmesi’nin sistematiğini, felsefesini Birleşmiş Milletler nezdindeki uluslararası antlaşmalar ve “tavsiye” metinleri oluşturmaktadır.

İstanbul Sözleşmesi; kadına yönelik “aile içi” şiddetin önlenmesi, kadın-erkek eşitliğinin “teşvik” edilerek sağlanması, cinsel istismar, taciz, tecavüz, erken evlendirme ve zorla evlendirmenin önlenmesi, kadının ötekileştirilmesinin engellenmesini öngörmekte ve bu konularda “üye ülkelere sorumluluk yüklemek”tedir.

Bu arada; İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddeti “insan hakları ihlali” ve kadına yönelik “ayrımcılık” olarak görmekte, kadına fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik, her türlü cinsiyete dayalı tehdit ve zorlamayı “özgürlükten yoksun bırakma” olarak kabul etmektedir.

Öte yandan; İstanbul Sözleşmesi üye ülkeleri “kadın-erkek eşitliği ilkesi”ni Anayasalarına ve diğer ulusal mevzuatlarına dahil ederek uygulanmasını sağlamakla da “yükümlü” kılıyor.

Ayrıca; İstanbul Sözleşmesi; “taraf” ülkeleri, kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda “mücadele” veren Sivil Toplum Örgütlerini desteklemek, işbirliğini sağlamakla da “sorumlu” tutuyor.

İKTİDAR PARTİSİ NEDEN İKİLEM İÇİNDE?

Ülkemizde, kadına yönelik katliamların önlenmesi için alanlara inen kadınlar; ilkelerini ve üye ülkelere yüklediği “sorumluluğu” özetlemeye çalıştığım İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmasını istiyorlar.

Özet olarak İstanbul Sözleşmesi’nin 3 temel amacı var:

1-)Kadın-erkek eşitliği,

2-)Kadına yönelik şiddetin önlenmesi,

3-)Kadının korunması.

Ancak; ne var ki; devlet mekanizmasının yanında toplum olarak da, ne yazık ki; kadınları koruyamıyoruz.

Devlet mekanizmasındaki uygulamaların ve yargı kararlarının kadına yönelik şiddetin ve kadın katliamlarının önlenmesinde “yeterli ölçü”de caydırıcı olmadığı görülüyor.

Bu arada; kadın-erkek eşitliği bağlamında da, kadınların siyasette, yönetimde ve istihdamda eşit temsili konularında, gelişmiş Batı ülkelerinin de çok gerisindeyiz.

Buna karşın; son zamanlarda iktidar partisine mensup yetkililerin ve bazı sivil toplum kuruluşlarının İstanbul Sözlemesi’nden “çekilme” yolunda açıklamaları olduğu görülmektedir.

Oysa; İktidar Partisi’nin kendisi İstanbul Sözleşmesi’ni imzalamıştır. O halde; İktidar Partisi’nin bu ikilemi neden?

Sonuç olarak: İstanbul Sözleşmesi; özgürlük ve uygarlık belgesidir, milli hukukumuzun bir parçasıdır, bağlayıcıdır, uygulanması konusunda neden ikilem içindeyiz?

Ege Postası köşe yazısı link
http://www.egepostasi.com/yazar/kadin-katliamlarina-bakis-ozgurlesme-ve-sosyallesme-sorunu-/113027